‘Biz terörist miyiz?’
Fotoğraf: Envato
Direnişteki Renault işçilerinden biri bağlandığı Hayat TV yayınında “Polis bize saldırıp arkadaşlarımızı gözaltına alıyor. Biz terörist miyiz” diye soruyor. Aynı günlerde madenci şirketin Cerattepe’de doğa katliamına karşı direnen Artvinli yaşlıca bir kadın isyan ediyor: “Bize terörist diyorlar ya!”
Son dönemin farklı alanlarda ve farklı taleplerle gelişen bu iki önemli direnişte ortaya konan benzer tepkilerin yeni olmadığını da biliyoruz. Ülkede yıllardır birçok işçi-emekçi ve halk direnişinde benzer tepkilere tanık oluyoruz. Ekonomik-demokratik talepleri için mücadele ederken devletin baskısı ve şiddetiyle karşı karşıya kaldıklarında tepkilerini aynı şekilde ortaya koyuyorlar: “Biz terörist miyiz?”
İlk bakışta “biz terörist miyiz?” tepkisi için ‘kendiliğinden gelişen işçi-emekçi ve halk hareketinin geri yönünü yansıtıyor’ denilip geçilebilir. Oysa bu tepki, işçi-emekçilerin kendiliğinden hareketinin gerçekliğine dair bize önemli veriler de sunuyor.
Öncelikle “Biz terörist miyiz?” sorusu, devleti kendi devleti olarak gören ve bu nedenle devletin kendine yönelen şiddetine anlam veremeyen bir bilinç durumunu yansıtıyor. Böyle düşünen geniş işçi-emekçi yığınlar için devlet, bütün toplumun huzuru ve refahı için çalışan ve çoğu zaman mukaddes anlamlar yüklenen bir varlık olarak anlam kazanıyor. O yüzden hakları için harekete geçtiklerinde karşılarında devletin baskı ve şiddetini gören işçi-emekçilerin “biz terörist miyiz?” tepkisi, aynı zamanda hareket halindeki işçi-emekçilerin bilinç durumu için bir eşiği de ifade ediyor: “Polisi ve mahkemesiyle devlet, neden ekmekleri için mücadele eden binlerce işçinin değil; bir patronun çıkarlarını koruyor?” Ve “Devlet, TOMA’sı, polisi ve jandarmasıyla neden doğasını ve yaşam alanını savunmak için ayağa kalkan koca bir kentin karşısında madenci şirketi koruyor?”
Direniş halindeki işçi-emekçiler ve halk kesimleri, devletin baskı ve şiddetinin kendileriyle sınırlı olmadığını, bugüne kadar benzer özellikler taşıyan hemen her direniş ve eylemi hedef aldığını gördüklerinde bu eşikten bir adım ötesine geçmiş olacaklar. Çünkü o zaman artık devletin bütün toplumun çıkarlarını değil, milyonlarca işçi-emekçi karşısında küçük bir azınlığın-sermaye sınıfının- çıkarlarını koruyan bir devlet olduğunu görecekler. O yüzden Soma’da olduğu gibi yüzlerce işçi iş cinayetine kurban gittiğinde bile, devletin hükümeti ve yargısı patrona dokunmaz ama bu devletin tekmesi bu cinayete karşı tepkilerini ortaya koyan işçi-emekçileri hedef alır.
“Biz terörist miyiz?” tepkisinin işaret ettiği bir diğer önemli gerçek ise, geniş işçi-emekçi ve halk kesimlerinin Kürt sorununda ırkçı-şoven eğilimler taşıyor olmasıdır. Çünkü bu tepki, “terörist” olarak görülen Kürde karşı devletin şiddetini meşrulaştıran bir anlayışı da yansıtmaktadır. Devletin Cizre’de, Sur’da olduğu gibi tankla, topla vahşete varan saldırganlığına ses etmeyen ama devletin şiddeti kendine yöneldiğinde “biz onlar gibi miyiz” diye isyan eden bir anlayıştır bu. Ve maalesef bu anlayış, devletin ve çıkarlarını savunduğu sermaye sınıfının işini kolaylaştırmakta; emekçi halk ve sınıf hareketini bölerek egemenlerin ülkeyi istedikleri gibi yönetmelerine hizmet etmektedir. Çünkü Kürdün anadilde eğitim ve ulusal hak eşitliği mücadelesi ile Renault işçisinin işten atılan arkadaşlarının işe alınması ve insanca yaşam mücadelesi ve Artvin halkının yaşam alanlarını savunma mücadelesi farklı alanlarda ve biçimlerde ortaya çıkan hak mücadeleleri olsalar da bu hak mücadelelerinin karşısına baskı ve şiddetiyle dikilen devlet aynı devlettir. Ve Kürde ulusal baskı ve sömürüyü, işçiye sınıfsal baskı ve sömürüyü dayatan bu devlet, bütün halkın değil; ancak sömürücü sınıfların çıkarlarını savunan bir devlet olabilir.
İsrail’in “terörist” olarak gördüğü Filistin halkına uyguladığı zulüm karşısında Filistin halkının yanında olma ama kendi ülkesinde devletin ulusal hak eşitliği isteyen Kürde karşı baskı ve şiddetini “terörizm” olarak görüp meşrulaştıran çizgi, işçi-emekçi hareketinin aşması gereken bir diğer önemli eşiktir. Çünkü bu eşik aşılmadan devletin Kürtlere karşı sürdürülen savaş üzerinden işçi-emekçilerin milliyetçi duygularını kullanarak bu sömürü ve baskı düzenini devam ettirmesinin önüne geçilemez. Çünkü savaş politikaları üzerinden kışkırtılan şovenizmle ülkeyi yönetenlerin çıkarları bütün ülkenin/halkın çıkarları olarak gösterilmekte; bunların çıkarları için sürdürdükleri mücadele “vatan için” sürdürülen bir mücadele olarak gösterilmektedir.
Sonuç olarak “terörizm” propagandası, işçi-emekçilerde bilinç çarpıklığı yaratmakta ve onların gerçek düşmanlarını görmelerini engellemektedir. Çünkü işçi-emekçiler, Kürdün hak mücadelesinin kendi mücadeleleri gibi haklı ve meşru bir mücadele olduğunu gördüklerinde bu ülkenin demokratikleştirilmesi mücadelesinin en önemli gücü olmakla kalmayacaklar; aynı zamanda aralarındaki ayrımları da ortadan kaldırmış olacaklar. İşte o zaman insanca yaşam mücadelesinde hiçbir zulüm barikatının önünde duramayacağı büyük bir nehir gibi akan birleşik bir sınıf ve güçlü bir halk hareketi haline gelecekler.
- ‘İşgalci ülke’ açıklaması ve Erdoğan iktidarının Suriye’de alarm veren politikası 19 Kasım 2024 05:00
- Trump'ın Ortadoğu'su ve Erdoğan'ın Kürt sorunu 12 Kasım 2024 04:45
- Devlet ‘yeni sürece’ kayyım atadı! 05 Kasım 2024 05:04
- Yeni ‘süreç’: Demokratik siyasete kurt kapanı 01 Kasım 2024 05:03
- Putin’e ‘Esad’ ricası ve Kürt sorununun çözümü 29 Ekim 2024 12:34
- Bahçeli’nin açıklamaları, TUSAŞ saldırısı ve Öcalan’ın mesajı 25 Ekim 2024 15:04
- Fethullah Gülen: Emperyalizm ve iş birlikçi gericiliğe adanmış bir yaşam 22 Ekim 2024 04:34
- Irak Kürdistan seçimleri ve bölgesel etkileri 18 Ekim 2024 05:00
- İktidarın "Savaş vergisi" barış ve güvenliği sağlar mı? 14 Ekim 2024 04:51
- 'Cumhur'un eli ve siyasi dizayn 11 Ekim 2024 05:00
- Bölgedeki ateş çemberi ve pergelin sivri ucu 08 Ekim 2024 04:49
- Erdoğan’ın ‘Filistin davası’ ve hamasetin örtemediği gerçekler 07 Ekim 2024 04:57